Cumartesi , 25 Mart 2023

ÜÇ VAKTE KADAR…

ebruM_

Ebru MEYAN

Telefonu açar açmaz, beni de içine alan bir ses ve heyecanla,

“Ayy inanmıyorum her şeyi bildi,” dedi.

Dedim, “ne oluyor, dur yavaş!”

“Falcıya gittim,” diyerek hiç nefes almadan anlatmaya başladı…

“Bugüne kadar çok acı çekmişim, her şey 3 vakte kadar, yani 3 gün, 3 hafta, 3 ay veya 3 yıl içinde yoluna girecekmiş. Yüreğim simsiyah olmuş, çok kabarmış, nasıl dayanıyor muşum? Bir de resmi daireden bir yazı gelecekmiş. Çok sevinecekmişim.”

“Eeee, acı çekmeyen mi var bu dünyada, ya da bir yerden kâğıt beklemeyen mi,” diyorum.

Hiç farkında değil dediklerimin, heyecanla devam ediyor.

“İçim sıkılmış ama önümüzdeki Mart ayının 10’u ile 30’u arası haneme ay doğacakmış.”

“E zaten ay doğma ihtimali olmayan geriye 10 günün kalıyor,” diyorum, “yani tutma ihtimali 3’de 2!”

“Evet, ama Mart ayı, geriye 11 ay kalıyor bir de böyle düşün”

“Evet” diyorum “olabilir.”

“Yurtdışı eğitimi yapabilirmişim ama her şey benim kararıma bağlıymış.”

“Hmmm ben de hayatınla ilgili kararları komşun alıyor sanıyordum, şaşırdım…”

“Yaa dinle, dalga geçme,” diyor… “Hasta yatan biri varmış. Çok hastaymış.”

“E diyorum her ailenin bir tanıdığı hasta, ne var bunda?”

“Ama bildi işte, bir de yakında bir doğum ya da bir hamilelik haberi alacakmışım.”

“Bilmiş harbiden de! Hamilelik, doğum çok nadir rastladığımız şeyler sonuçta!”

“Bir dilek diledim. Olacak dedi ama ne yavaş ne hızlı olacakmış.”

“Hmmm vay be, hızını bile bildiğine göre…” Pis pis sırıtıyorum. İyi ki görmüyor…

“Hasan’ı da bildi! Bana içinde “a” harfi geçen biri var dedi. Yani Hasan bu! Hasan’ın “a” sı… Büyü varmış üzerimizde. En yakını yapmış. Sevdiği kızdan yani benden ayrılsın, birbirimizden uzaklaşalım diye. Yaa düşünebiliyor musun, millet ayrılalım diye nelerle uğraşmış yaa… Ben de diyorum bu adam beni niye bıraktı”

“İçinde “A” harfi olan biri… Tabii ki Hasan bu, haklısın” diyorum şaşkın şaşkın… “Hasan’ı dakka başı neredesin, napıyorsun, foto yolla, yanındaki kim, onu giyme, bunu yeme diye sıkmasaydın bırakmayabilirdi de” diyorum. Duymuyor mu, işine mi gelmiyor bilmiyorum ama aynı hızla konuşmasına devam ediyor.

“Bir de başın, miden veya sırtın son günlerde ağrıyor mu diye sordu. Geçen hafta biraz 20’lik dişim ağrıdı dedim. Büyüymüş bu ağrılar. Hele dişimin ağrıması hiç iyi bir şey değilmiş, büyü etkisini çok hızlı göstermiş… Mide olsa gene iyiymiş ama diş, kafaya yakın ya işte… Düşünsene …”

“Diş ağrısı tabii tabii, büyüdür kesin” diyorum bilmiş bilmiş…

“Bana büyü bozan bir hoca adresi verdi, kocasının abisiymiş. Ama önceden randevu alacakmışım. Eğer istersem beni öne aldırabilirmiş, sevmiş çünkü beni. Biraz pahalıymış ama olsun, eğer Hasan’ı seviyorsam biraz fedakârlık yapmalıymışım, maddi sonuçlarına da katlanmalıymışım, ne yapıp edip, o büyüyü kaldıracağım ve Hasan’ı kendime bağlama büyüsü yaptıracağım.”

“Hmmm, sonra… Yani büyüyle kendine bağlayacağına inanıyorsun… Aşkın büyüsünden vazgeçip, yerine hocanın büyüsünü kabul etmen, eminim sana iyi gelecek!”

“Ya aslında not alsaydım iyiydi, hatırladıklarım bunlar. Seni gelişmelerden haberdar ederim. Haa bu arada eğer hocaya gidersem, falcı sevdiğim birine bedava kahve falı bakacak, söz verdi. Ben de seni seçtim” diyor, cıvıl cıvıl…”

Sıra da bekleyen 15 kadının arasından sıyrılıp çıkarken, sekreter hanımın 50 TL’ciği alarak, kapıya kadar geçirmesi, alt komşusu Zehra Hanım’a selam iletmesi ne kadar da incelikmiş!!

Umut ettiği, sığındığı şeyler karşısında deyim yerindeyse afallamış, şaşkın vaziyette telefonu kapatıyorum. Hocaya gitmemesini, bedava falıma baktırmamasını dileyerek “ Cin Kuyusu” filmime geri dönüyorum.

İki gün sonra öğrendim ki, büyü bozdurma randevusunu almış. Çok heyecanlıydı.

“Sana her şeyi detayıyla sonra anlatacağım,” deyip kapattı.

Ve o an geldi. Aradı.

“Eeee dedim, nasıl gitti büyücü hoca?”

“Offff yaaa süper süper… Hocanın anlattıkları beni çok BÜYÜ ledi” dedi.

Güya Hasan’ın ailesinden bir kadın ayrılsınlar diye büyü yapmış. Büyüyü bozmak çok zormuş ama eğer 2000 TL öderse, hoca bunu yapabileceğini, eğer gerçekleşmezse de sorumluluk alamayacağını, çünkü bazı uğraşların sonucunun Allah’a kaldığını söylemiş. Eğer büyü yapan kişiden gelebilecek başka büyülerden korunmak isterse onu da insanlık adına 300 TL’ye yapabilirmiş.

“Sakın ödedim deme!” diye bağırdım.

“Yaa ödedim tabii. Bana istediklerinin yazılı olduğu bir liste verdi. Ve dedi ki, büyü ile Hasan’ın düşünce yapısı bozulacakmış, ruhsal ve fiziksel yapısı bozulmayacakmış ve bana tekrar aşık olacakmış! Umarım üç vakte kadar kavuşurum”

“Bunlara inanma, hem parana yazık, hem umutlarına” dedim, hiç oralı olmadı. Ne dersem diyeyim, o kafasına takmıştı, gidecekti. Para peşin çalışan hocaya 2 hafta sonra listedeki tüm istenilenleri götürmüş. Adam bunu bir de okumuş, ellerini arkadaşımın kalbine koyup dua etmiş yavaş yavaş. Adama birden bir titreme gelmiş. Sonra da “dinlenmeliyim, üstündeki büyü çok etkili, beni çok yordu, sen de o büyük günü bekle, ben gerekeni yapacağım” deyip, bunu yollamış.

“Çok bekleyen var mıydı” dedim.

“Offf dedi, ssk hastane kuyruğu gibiydi.” Konuşamayan birinin dili açılsın diye gelenler, kısmetini arayanlar, kaynana büyüsü yaptırmak isteyenler, „üç harfli“ çıkartmak isteyenler…”

“Neee üç harfli mi? O da ne” diyorum.

“Kısık ve korkunç bir sesle, “şşşştttt” diyor, cin…

*****

Araştırıyorum, cin çarpan birisi düzgün yürüyemez, düzgün konuşamaz ve sağlıklı düşünemezmiş. Acaba diyorum, arkadaşımı cin mi çarptı, pardon “üç harfli”… Bu günlerde sağlıklı düşünemiyor gibi sanki…

Hikâyenin sonunu uzatmayayım. Arkadaşım Hasan’dan komple ayrıldı, başkasına aşık oldu. Şimdi de “hocaya tekrar gidip, Hasan’la birleşme büyüsünü bozdurmalıyım. Ya tutarsa” diyor.

Tutmayacağını, olanın parasına olduğunu, hayatın da, kararın da, gelecek planların da kendisine bağlı olduğunu, bunu kimsenin engelleyemeyeceğini anlatsam boş…

O şimdi çok mutlu. Duydum ki, kahve falı bakmaya başlamış. Ama ucuz bakıyormuş, 50 TL çokmuş, insanlara yazıkmış, 40 TL’de yetermiş, yanın da bir de bir paket kahve getirttiriyormuş. Sonraları üç- beş arkadaş daha almış yanına. Bir şirket gibi… Fal baktırmak isteyenlerin kayıtlarını alan bir sekreteri bile varmış. Sekreter, randevuları planlıyormuş ve adreslerini alıyormuş. Sonra halkla ilişkiler bölümü adını verdiği çalışanları, müşterinin ( ya da kurbanın diyelim ) adresine gidip, sağda solda hakkında hafif bir araştırma yapıyorlarmış. Nasıl yaşıyorlar, kaç kişiler, ekonomik koşulları, çocukları ve bilindik sıkıntıları vs… sonra fal günü geldiğinde bu kayıtlara bakıyormuş…

Şaşkın şaşkın olan biteni kavramaya çalışıyorum. Bir mühendis diyorum, önceden gidip yapacağı işler için alanda keşif yapar. Bu da galiba böyle bir şey.

“Senin teyzenin bir kızı var, hamile, oğlu olacak diyormuş…

“Vay bee vallahi bildi,” diyormuş gelenler…

“Vergisi yok, algısı yok” diye ekliyor. Ünü yayılmış epeyce. İki ev almış.

Sevdiği adam da, hocalık yapmaya başlamış. Gece rüyasında büyük meleklerden birini görmüş, ona el sallamış ve o günden sonra kendisini para karşılığı insanların iyiliğine adamış. Şimdi birlikte çalışıyorlarmış. Arkadaşım, fal baktıran hafif maddi durumu iyi olanları, “tanıdık hoca, dalında uzmandır” diyerek ona yolluyormuş.

İnsanların manevi duygularıyla oynamak, insanların çaresizliklerinden maddi menfaat sağlamak, üstelik bunu insanların dini duygularını istismar ederek ve hatta dini direk kullanarak kendine akıl almaz büyüklükte pazar kurmak, hatta şirketleşmek nasıl bir şey? Bu “umut hırsızlığı” ya da “umut tacirliği” değildir de nedir?

Umutlar satın alınabilir mi? Ya umutlarım gerçekleşecek diye beklerken, uğradıkları hüsranlarla iyice yaralanan ruhlar, yaşamlar…

Çocuğu olmayan bir kadının bilimden, tıptan faydalanmak ya da bunu kabullenmek yerine, ya da bir kadının eşini eve bağlamak için gerekli iletişimi kurmak, sorunları çözmek yerine hurafeler, doğaüstü güçler, muskalar üzerine çare araması, “üç harflilerden” medet umması…

Kısmetim açılsın diye paralar dökülür mü yahu? Her körün bile, bir alıcısı varken!

Hacı, hoca, muskacı, falcı, ilim sahibi uzman medyum ve benzeri unvanları bu insanlara kim veriyor?

Bu insanları kim zengin yapıyor?

Bu insanları kim denetliyor?

Verilen paralar, diğer harcamalar gibi yol, su, elektrik olarak da dönmüyor… Kuş olup, direk cebe iniyor.

İnsanlar umutlarını hocaya bağlamışlar. Hoca da geleceğini ve mesleki kariyerini onların umut ve paralarına bağlamış anlaşılan…

Anlatan paradan mutlu, dinleyen umuttan mutlu… Kimse kimseden şikayetçi değil….

Arkadaşlar arasında, eğlence olsun diye bakılan kahve falları ne kadar da masum kalıyor değil mi? Birbirinin hayatının en ince ayrıntısını bilirsin ve ona iyi gelecek sözler söylersin. Neşe olur, gülünür falan ama…

Bahsettiğimiz başka bir şey.

İlginçtir ki, hiçbir erkek arkadaşımın, “geçenlerde arkadaşlarla toplanıp kahve falı baktırmaya gittik” dediğine şahit olmadım. Hoca veya medyuma gitmiyor değiller ama kadınlara kıyasla sayılarının az olduğunu düşünüyorum.

İnternette yaptığım araştırmalar sonucu, bu hurafe ekonomisinin “büyük değil, akıl almaz derecedebüyük” olduğunu fark ediyorum. Kendilerini hoca, medyum olarak tanıtan kişilerin çok ciddi internet sayfaları var. Yeteneklerinde de tüm büyüler sayılmış. Ama hepsi çok yetenekli gördüğüm kadarıyla ve birbirlerini kazıkçılıkla suçlayıp, en iyi hocanın, en iyi büyü yapan ve büyü bozan, her türlü cin işlerini çözen hocanın kendisi olduklarını iddia ediyorlar. Ortalıkta inanılmaz meblağlar dönüyor. İnsanlar umutları için elde ne var ne yok bu tüccarlara yatırıyor.

Bir de yine online fal sayfaları var. İnanılmaz! Parayı ödüyorsun, sana üç güzel laf ediyor, mutlu oluyorsun… ( Kötü laf söyleyeceğini tahmin etmiyorum elbette )

Yine kafam bu olanlarla meşgulken, arkadaşımı aradım.

“Sana bir şey soracağım ciddi söyle” dedim. “Sen kendini gerçekten fal bakan ve bilen biri olduğuna, aşık olduğun arkadaşının gerçekten doğaüstü bir gücü olduğuna, insanları iyileştirme veya umutlarına çare olduğuna inanıyor musun?”

“Yok, ama onlar inanıyor, ben kahve falı bakmaya sohbet arası eğlencelik başladım. Beni bu konuma onlar getirdi. Önce eğleniyordum ama şimdi ben bile benden şüpheliyim. İstersen telefondan sana da bakabilirim, diyor…”

“Yok sağ ol, ben almayayım…”diyorum.

“Sana bedava güzelim, biz dostuz… 1 saat için de yağmur yağacak ve sen şok yaşayacaksın, tam o sırada bir mesaj alacak, sonrasında gülümseyecek, derin bir ohhh çekeceksin” deyip, üstüne bir de kulaklarımı delen kahkahasını atıp kapatıyor.

Pencerenin önünde, gözlerim fal taşı gibi açık vaziyette, 1 saat sonra başlayan yağmura bakıyorum. Tarif edilmez duygularla boğuşurken, birden cep telefonumun mesaj ışığı yanıyor.

“Yok, daha neler” diyorum içten içe bir korkuyla,

“Cin falan olmasın” pardon “üç harfli !”

Mesaj:

Bunu ben bilmedim, akıllı cep telefonum hava tahminini saatlik gösteriyor…Ama en azından “şok” olacağın konusunda yanılmadım. Hadi itiraf et, ben iyiyim!

İyi bir sirkte herkes için bir şeyler olmalıdır.” ( B. R. Forer )

NOT: Bu yazıyı, 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce yazmıştım. Gündem nedeniyle askıya aldığım yazımdan tam vazgeçmiştim ki, yardımıma İ.Melih Gökçek’in bütün bilgi kirliliğini ve komplo teorilerini altüst eden bir açıklaması yetişti. Konuşmanın bölümünü alıntılayarak, yorumu size bırakıyorum.

Fethullah Gülen’in darbe girişimi başta olmak üzere birçok olayı cinlerle yaptığını savunan Gökçek “Üç harflilerle yapıyor bu işi. Bana da altın gibi değerli bir metal ve cevşen vermişti. Bu işleri üç harflilerle yapıyor” dedi. Hakan Çelik’in “gerçekten inanıyor musunuz buna?” sorusuna ise “İnanırım. Canlı olarak benzer olaylarla karşılaştım…” yanıtını verdi.

Hamburg, 25.07.2016

ebrulihamburg@yahoo.de

About Mustafa Akpolat

Check Also

Resmi kayıtlara göre 111 kişinin hayatını kaybettiği Maraş Katliamı üzerinden 41 yıl geçti.

Maraş’ta 19-24 Aralık  1978  tarihlerinde kontrgerilla destekli sağcılar, çevre köy ve ilçelerden çağırdıkları silahlı grupların …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir