Cumartesi , 25 Mart 2023

Tarihin Tortusu – Prag

CananÖ

 

 

Canan Özel

Eğer bir şehre girdiğinizde sizi bir nehir karşılıyorsa, orada güzel şeyler bekliyordur sizi, hazır olun. Ve yani başında sıralanan dağlar. Prag´a vardığımızda yarım yamalak yol uykusundan araladığımda gözlerimi ilk bu manzarayla karşılaştım. Ve 3 senenin ardından dağ görmek ´aaa dağ bu evet evet dağ vaay be´ diyerek varlığını hatırladığım o adına nice türküler işlenen dağın. Sıralı dağlar yamacında sevimli bir kaç eviyle nehir ve yol. İyi bir başlangıç, biz geldik Prag…

dsc_0283

Bir gün iki anlam…

Ritüellere uymak bahanesiyle hayallerimizdeki o Bohem şehre vardık. Ayağımız ilk Arnavut kaldırımı dediğimiz yola değdi. Ve neredeyse şehrin bütün yolları sokakları böyle. Vardığımız ilk meydanda asırların izleri kararmış bir kapıyla karşılaştık. İçinden geçerken insanın boynu kırılırcasına incelediği Barut Kapısı. Ciddi anlamda her sokakta her kösede her meydanda ayrıntıya takılıp kalıyorsunuz. Neredeyse her yapı tarihi eser. Kimilerini restore etmek adına komple yenilemiş gibi olsalar da müthiş. Ver her noktada bir müze. Zaman geçtikçe kimilerinin ticari kazanç dışında bir amacı olmadığını anlıyorsunuz. Ve zaten belki de, müze gezmek en gereksiz şehirlerden biri Prag. Her köşesi zaten açık müze gibi. Ve ardından gördüğümüz Orta Çağ’dan kalma Astronomik saat. Tesadüfen saat başı oradan geçmemizle, efsanevi 12 havari canlandırmasıyla karşılaştık. Her saat başı kocaman saatin yanındaki ufacık pencereden canlar eşliğinde, etrafınızdaki kalabalığı yok saymayı becerip odaklanarak izlediğinizde o kısacık 10-15 saniye 12 havariyle beraber fantastik bir an geçirebilirsiniz.

dsc_0299

 

Prag’da kaldığımız 4 gün toplamda 70 km´ye yakın yol yürümüşüz. O kadar ki yürünmesi zorunlu bir gezi mekanı. Olabilecek her sokağa her köprüye her deliğe girdik. Ve eminim birçok insan gibi beni en fazla etkileyen Karl Köprüsü ( Karlüv Most) oldu. Ve özellikle Prag Kalesine giden yolun çıkış tarafı. Köprünün güneşin batısında o şiir gibi manzarayı her gününde görmüş olsak da, doğusundaki anını yasayamamak ( ki buda tembelliğimizin ceremesi) pişmanlığımdır. Neredeyse 20-25 defa o köprü üzerinden geçmemize rağmen bir tam günü o köprüde gel git yaparak geçirebilirdim. O derece muazzam bir güzellikti benim için. Tarihine bakarsak Karl Köprüsü 10. YY’da tahta olarak yapılan en eski köprü. Defalarca sellerden yıkılıp yapılan köprüyü en son Kral 4. Charles 14. YY’da bugünkü köprüyü yaptırmış. Araç trafiğine kapalı, 513 metre uzunluğunda ve 2 girişinde de kuleler var. Üzerinde ise 30 adet heykel bulunuyr005-035or. Her bir heykelin yüzüne dalıp incelediğinizde gerçekten ayrı bir hikayesi var. Bir an fırlayıp size acılar içinde derdini anlatacakmış hissine kapılıyorsunuz. Ve içlerinde bir de Osmanlı heykeli var. Bir zindan kapısında belinde kılıcı elinde tespihiyle bekleyen cellat ya da gardiyan olan Osmanlı yeniçerisi.

 

Şehir bildiğiniz yokuşlarla dolu. Tam bir tabanvay şehri ve iflahınızın kesilip defalarca soluklanmak isteyeceğiniz yokuşlar var. Ve o yokuşların birinin başında ise Mozart’ın Prag´a geldiğinde kaldığı evi var. Hani “isini biliyormuş, burada bir lokma ekmek bir çayla yasa ve öl” denilecek, kocaman bahçesiyle tepeden manzarasıyla ve yağmurun sesinden başka hiç bir şeyin duyulmadığı huzurun kapısı. Biçilmemiş bahçesinde bir büstü var Mozart ´in, bide betondan bir masa ve koltuk var bahçede. Evin giriş bahçesinde tahta at arabası, içki mahzeni ahırı ve su kuyusuyla Mozart’ın evi en hoş vakit geçirdiğimiz mekânlardan biri oldu Prag´da. Hangi bestelerini burada yapmıştır bilmiyoruz ve pek öğrenemedik de. Piyanosu, kanepesi, masası yeşil kocaman sobası ve girip göremediğimiz için meraktan dsc_0296kudurduğumuz odalarıyla burası anlık da olsa görülüp hissedilesi bir yer.

Kutsal Roma İmparatorluğu, Bohemya, Çekoslovakya ile Çek Cumhuriyeti’nin devlet başkanları tarafından kullanılan ve ilk olarak 870 yılında kurulan bir kaledir Prag Kalesi. Dizlerinizde derman kalmayana kadar bir yokuş çıkıyorsunuz ve zirveye vardığınızda bütün şehir karşınızda. Bir yapı kompleksi aslında burası. Kale içinde müzeler kilise kraliyet ailesinin yaşadığı saray ve minicik evleriyle masalsı bir sokak var. Franz Kafka’nın da bir zamanlar kız kardeşiyle yaşadığı mavi boyalı bir evde aralarında. Ama diğer evlerde eski yaşayanlarına ait eşyalar olmasına rağmen Kafka´ya ait hiç bir şey burayı da müzeye ve     ticarethaneye çevirmişler. Saraya, müzelere kiliseye giriş için toplu bir bilet almak gerekiyor. Genel olarak eski mimarisini korusa da ciddi anlamda bir restoreye maruz kalmış. Saray da gezinti bizim Dolmabahçe

dsc_0032sarayındaki o havayı kesinlikle vermiyor çünkü duvarlarından başka hiç bir şeyi kalmamış. Tarihi haliyle kalmış yerler ise kapalı, galiba yıkılma zarar görme tehlikesinden kaynaklı. Altın yol denilen bu sokağın başında uzunca bir süre hapishane olarak kullanılan Daliborka Kulesi bulunuyor. Buraya ücretsiz olarak girip 18. yüzyıla kadar kullanılanprag-kalesi-st-vitus-katedrali-su-cortemleri işkence aletlerini görebilirsiniz.

 

En önemli yapılardan biri de Gotik mimarinin en iyi örneklerinden biri olan St. Vitus Katedrali, izleyeni kendisine hayran bırakacak güzellikte bir yapıya sahip. Dış mimarinin üzerindeki heykeller özellikle dikkat edilince kendini icinde buldugun cinsten. Her biri birbirinden ürkütücü olan bu heykeller, aslında yağmur sularının dışarı doğru atılmasını sağlıyor. Kötü ruhu ve şeytanı temsil eden bu ürkütücü heykeller, inanışa göre katedral çevresindeki kötü ruhu yağmur suları ile birlikte dışarı akıtıyor.

 

Kaleden indsc_0001işte Kafka’nın müzesinin olduğu yola çıkıyorsunuz. Bahçesinde Kafka için yapılan heykeller, bir shop var. Müze de Kafka´ya ait el yazısı mektuplar ve daha sonra kitaplaştırılan notları var. Müzenin dekorasyon ve işitsel konsepti gerçekten iyi tasarlanmış. Kafka’yı betimleyen videolar geçtiğiniz daracık koridorlar ve müzik güzel bir görsellik oluşturmuş. Karl Köprüsünün bir tarafında Kafka müzesi diğer tarafındaki ayağında bir sokakta da Lennon duvarı var.  1980 yılında vurularak hayatını kaybeden The Beatles‘ın üyelerinden olan John Lennon ‘un da anıtsal bir duvarı bulunuyor Prag’da müzisyenin anısına, bugünkü John Lennon Duvarı’nda çeşitli grafitiler yapılmış ve bu duvar bu şekilde anıtlaştırılmış. Önceleri yalnızca John Lennon ‘un portresi varken artık her gelen özgürce bir şeyler çizmekte, duvarın üzerine yeni grafitiler ve sözler yazmakta. Dolayısıyla her yıl yenidedsc_0043n gitseniz, başka bir duvar görürsünüz burada.

Petrin Tepesi Prag’ın en zirvesinde bulunuyor ve İkinci Eyfel denilen kulesi olan tepe. Ayni bahçede birde kocaman aynalı labirent var. Bu tepeye çıkış için aslında finiküler var. Ama biz nerden nasıl dolanıp geldiğimizi anlamadan Petrin yokuşunda bulunca kendimizi tam anlamıyla sürünerek çıktık oraya. Ama inişte ´bari buna da binmiş olalım´ diyerek finikülerle indik ki, kesinlikle inişte daha müthiş oluyor.

İki gün aralıksız hiç durmayan bir yağmur eşliğinde gezmek… Yürümemizin ve sokakların bir parçası gibi hissettik artık. Demek ki yağınca doludizgin yağıyormuş yağmuru onu anladık. Yağmur bu şehre elbet çok yakışıyor ama arada kurumamıza fırsat verseydi. Bir avantajı da yağmurdan dolayı biraz da olsa azalan insan sayısı. Kelimenin tam anlamıyla sokaklar insan kaynıyor. Özellikle eski şehir meydanı, Karl Köprüsü, Saray yolu merkezdeki her nokta. Öyle sıradan bir turist kafilesi değil, resmen yürüyemeyecek kadar insan kalabalığı. Ve bu kalabalığın yüzde 90´nın elinde her daim telefon ve kamera olduğunu düşünün. Artık fotoğraf çekenlerin, kameraya alanların ve poz verenlerin önünden geçerken ´pardon… sorry..´´ falan demiyorsunuz çünkü başka şansınız yok, bitmiyorlar. Ve bu turistlerin abartısız yüzde 80´ i uzak doğulu. Hangisi Cinli, hangisi Japon, Koreli, Vietnamlı çözemedik zaten ama sanki Cin´in nüfusunu azaltmak için Prag´a özel bir tatil uygulamaları var gibiydi. Ve marketlerin tamamı ( ki bildiğiniz bizim bakkal usulü bütün marketler) Vietnamlılarınmış. Ve o kadar ilginçler ki, içeri girdiğinizde hiç umurlarında dahi değil, kafalarını çevirip müşteri geldi diye bakmıyorlar bile. Rahat relax neyle uğraşıyorlardı istiflerini bozmayan tok esnaf modundalar.

 

Ve genel olarak iletişim yok. Avrupa’ nın en ortasında ve rekorlar kiran tarihi yapılarıyla böylesi bir turizm patlaması yaşanan şehirde İngilizce dahi iletişim kuramıyorsunuz çünkü bilmiyorlar, ihtiyaç duymuyor gibiler. Çat pat bilenleri ise o kadar ürkekçe konuşuyor ki, işaretle ve nesnel konuşmanız gerekiyor. Ama genel olarak Çek insani güler yüzlü sevimli güzel insanlar. Uç noktalarda insan tipi yok gibi. Biranın sağlam üreticisi ve kullanıcısı olmalarına rağmen yolda ne abartılı bir sarhoş, ne kendinden geçmiş bir genç grup görmedik.

Prag´daki hekarlr mekan, her yapı anlatmakla bitecek gibi değil. Gerçekten masalsı ve kesinlikle görülesi bir şehir. Ancak ilk sıradaki tavsiye kesinlikle yazın gidilmez. Bu geziyi Ekim ayında yapmış olmamıza rağmen, hatırladığım en baskın şey müthiş insan kalabalığı. Kişin en soğuk en az insan geleceği zaman gidilmeli. Bu şehri anlayabilmek, dinleyebilmek, hissedebilmek için kesinlikle tenhalık ıssızlık yakışır.

About Canan Özel

Check Also

Canan Uzerli’nin İçten gelen sesi’ni dinledik

Canan Uzerli ve müzik grubu 31 ekim pazartesi günü Hamburg “eigenarten” kültür festivalinde kapsamında  ”içten …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir