“Türkiye iktidardan ibaret değil; ben diğer yüzde elliyi anlatmaya inanıyorum”
Son kitabı “İyilik Güzellik”te insan psikolojisine politik bir bakış atan yazar Ece Temelkuran, Türkiye’nin kötüye gidişinin biteceğine inandığını söyledi. Temelkuran, “Artık kötülükteki sınır aşıldı, bundan sonrası fars sadece. Değişecek her şey. Yine itiş kakış ama hep birlikte yaşayabileceğimiz bir ülke yeniden kurulacak” dedi.
Cumhuriyet’ten Emrah Kolukısa‘nın sorularını yanıtlayan Ece Temelkuran’ın yanıtları şöyle:
“70’lere öykünmek bir tepki aslında”
– “Birkaç yıldır, ülkede yaşayan herkesin değerler dünyası büyük bir saldırıya uğradı. Gözlerimizin önünde bütün temel değerler; kötülük ile iyilik, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin neredeyse yer değiştirdi” diyorsunuz kitabınızın girişindeki yazıda. Bir yandan da iktidardaki hükümet sürekli olarak bir “değerler” tutturmuş gidiyor. Milli değerler, manevi değerler, değerler eğitimi… Bu bağlamda nasıl okuyorsunuz bu değerler dünyasının değişimini?
Sanırım artık “Eskiden her şey daha güzeldi” sözü, sadece klişe bir melankoli ya da tatlı bir nostalji değil. Eskiden her şey güzel değildi ama bu kadar kötü değildi hakikaten. Ülkede yaşayan insanın kumaşını değiştirecek derinlikte bir değişim geçirdi Türkiye, geçiriyor da. Gençlerin durmadan Münir Özkul’lu filmlere atıfta bulunması, 1970’lere öykünmesi hep bu zorla yaşattırılan dönüşüme bir tepki. Siyaseti aşan, insanlardan ahlaken de değişmesini talep eden bir dönüşüm bu. Berkin Elvan’ın ailesinin kalabalıklara yuhalatılmasını sadece siyasi bir projeyle açıklayamazsınız. Türkiye’nin yarısı, hangi siyasetten olursa olsunlar, bugün bu zorla dönüştürmeye karşı çıkıyorsa, bu, büyük oranda politik değil ahlaki seçimlerinden kaynaklanıyor. Sınırsız itaat, utanmazlık, arsızlık, vasatlık, cahilliğe övgü… Bunlar bizim “milli değerlerimiz” değil, kimsenin değerleri olamaz. İnsanlar bugün gündelik hayatlarında boğuluyorlarsa bunun nedeni bütün bu rezaletin değerler sistemi olarak dayatılmasından. İktidarın bugünkü sıkıntısı siyasetine uygun, övünebileceği ne değerler sistemi bulabiliyor ne de rol modelleri. Bulabilselerdi işimiz daha zor olurdu.
“Edebiyatın görevi yok”
– Yine kitaptan hareketle soralım: Onca kötülük varken edebiyattan bahsetmek ahlaken bir suç mu hakikaten?
Edebiyat, en azından benim gibi yazarların yaptığı edebiyat, hayatın dışında bir iş değil. “Devir/ Dilsiz Kuğular Zamanı” romanı, benim bunca kötülüğe verdiğim cevaptı. Çünkü sadece kötülük değil yaşadığımız sürecin nedeni. Aynı zamanda, tıpkı kanadı kırılmış kuğular gibi, uçabildiğimizi unutmamamız da bu berbat duruma düşmemize neden oldu. Edebiyatın bir görevi olduğunu düşünmüyorum. Ama yaşanılan zamana ahlaki bir cevap vermenin edebiyatın ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyorum. Öte yandan, “İyilik Güzellik”te de söz ettim; bu değerler savaşı insan düşüncesini iyi ve kötü gibi bir karşıtlığa sıkıştırıyor. Oysa hayal etmek bu ikiliğin ötesinde bir kudret. Ve bu ikiliğin ötesine geçemezsek insanın o en kıymetli yeteneğini kaybediyoruz.
– Kitabı yazarken “iyilik, güzellik ve kötülük” üzerine düşündüğünüzü ama kitabın adından kötülüğü attığınızı söylüyorsunuz. Neden gerek duydunuz buna?
Hatırlatmak için. “Nasılsın?” sorusuna “İyilik güzellik” diye cevap verdiğimiz zamanlar vardı, bunu hatırlatmak için. Hatırlamak, tıpkı uçabildiğini hatırlayan kuğular gibi, insana cesaret verebilir zor zamanda. Türkiye bugün sanırım en çok böyle bir siyasete özlem duyuyor. İnsanın iyi ve güzel bir varlık olduğunu hatırlatan siyasete ve bunun bir parçası olarak da böyle bir ahlaka. Bir de sürekli kötülükten söz etmek yenilgiyi bir politik kimliğe dönüştürüp kemikleştiriyor. Bu döngüyü kırmak için attım kötülüğü.
“Diğer yüzde elliyi anlatmaya inanıyorum”
– Bir süredir Zagreb’desiniz. Yurtdışından bakınca Türkiye’ye, ne görüyorsunuz, ne hissediyorsunuz?
Türkçe konuşan ve yazan birinin Türkiye’ye “yurtdışından bakması” diye bir şey mümkün mü, emin değilim. Gördüğüm ve en çok canımı yakan şey muhalif kesimin yenilgi duygusunun bir sonucu olarak öfkesini kendinden olana yöneltmesi. Bugün mesela Osman Kavala gözaltında. Biraz önce sözünü ettiğim değerler kavgasında iyiyi, doğruyu, güzeli savunan bir adamdır Osman Kavala ve bakıyorum kendini bu cephede gören insanlar iktidarın karalama kampanyasına kendini kaptırıyor. Selahattin Demirtaş için de aynı şey geçerli, cezaevindeki Cumhuriyet ekibi için de. Aynı tarafta durduğumuzu anlamak için daha ne kadar acı çekilmesi gerekiyor? Beni içeriden de dışarıdan da bakınca en çok kahreden şey bu.
– Size Türkiye’yi sorduklarında ne söylüyorsunuz insanlara, ne anlatıyorsunuz?
Hikâyenin tamamını anlatmaya çalışıyorum. Çünkü biliyorsunuz uluslararası dikkat bir ülkeye dönünce genellikle iş işten geçmiş olur ve sadece son sahnedeki delilik üzerine konuşulur. Genellikle anlatmaya çalıştığım şey bunun, özellikle 1980’de başlayan tarihsel bir süreç olduğu. Önemsediğim şeylerden biri de Türkiye’nin bu iktidardan ibaret olmadığını anlatmak. Ben diğer yüzde elliyi anlatmaya inanıyorum.
– Daha mı kötüye gidiyor her şey sizce Türkiye’de? Yoksa umut ışığı belirdi mi?
Artık kötülükteki sınır aşıldı, bundan sonrası bence fars sadece. Değişecek bence her şey. Öyle bir sezgim var. Muhalefet uzun süredir moral üstünlük sahibi aslında da bunu politik inisiyatife dönüştüremiyor. Yine itiş kakış ama hep birlikte yaşayabileceğimiz bir ülke yeniden kurulacak, ben buna inanıyorum.
“Cumhuriyet mitinglerinden bayram kutlamasına”
– Bu yıl Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının her zamankinden daha coşkulu olduğuna tanık olduk? Bunu nasıl yorumlamalı sizce, halk Cumhuriyet’e sahip mi çıkıyor?
Bir zamanlar birçok insanın sıkıcı bir zorunluluk olarak algıladığı ulusal bayramlar şimdi muhalefetin son direniş kalesine dönüştü. O zaman İstanbul entelejansiyası çok kızmıştı da Cumhuriyet Mitingleri sırasında bunu yazmıştım. Aradan yıllar geçti, o Cumhuriyet Mitingleri’ne kızanlar şimdi Cumhuriyet Bayramı kutluyorlar. İnsanların muhalif tavırlarını ortaya koymak için meşru ve siyasetler üzeri görünen simgelere ihtiyacı var, bayramlar da bu simgelere dönüştü. Fakat iş maalesef Onuncu Yıl Marşı’nı diskoteklerde daha da daha da yüksek sesle çalmakla olmuyor. Sözü olmayan bir muhalefete kimse dönüp bakmaz sonunda, bir hınç alma ayinine dönüşür. Sanırım bu da anlaşılacak yakın zamanda.
“Umut genç kadınlarda”
– Türkiye’de son günlerde kadınlar yine sokaklarda…
Bu sefer müftülere nikâh yetkisi verilmesini protesto ediyorlar. Buradan nasıl destek çıkmak istersiniz onlara? Destek vermek isterim de bunu destek vermek için değil, gerçekten inandığım şey bu olduğu için söyleyeyim: Türkiye’de bakınca “İşte iş buradan çözülecek” dediğim tek şey genç kadınlar. Kendilerini korumakla kalmayacak bence yeni lideri de onlar çıkaracak, yeni politikayı da onlar yapacak. Ablalardan, teyzelerden feyz almalarını öneririm bir tek. Zira bu ülkede çok birikmiş kadın mücadelesi deneyimi var.(T24)
Ece Temelkuran’dan “İyilik Güzellik”
Ece Temelkuran’dan hayal etmekte inat etmek ve iyi kalmakta diretmek için “İyilik Güzellik” Can yayınları tarafından yayımlandı.
Tanıtım bülteninden:
İkiliklerin tartışıldığı tragedya çağından, insanın karmaşık öyküsünün sürekli yeniden karıldığı günümüze ulaşmış olan düşünceyi aynı ikiliye yeniden sıkıştırmamak için… Belki de bunca sert gerçeğin karşısında yazının ve kitabın sağladığı tek direnç noktası bu.
Ece Temelkuran’ın yazılarından derlenen bu kitap, yeni bağlamıyla kültürün, sanatın gerekliliğine ve yaşamsallığına ilişkin eşsiz bir fırsat.
Çıldırtıcı kötülük şenliğine ragmen, “Nasılsın?” dendiğinde hepimiz öyle cevap vermeyi yeniden hatırlayalım istedim: “Ne olsun! İyilik güzellik.”
“Pek yakında tıpkı bizim gibi Batı dillerinde yaşayan insanlar da tanık olacakları sarsıcı kötülük temsillerinden sonra kendilerine yeniden şunu soracaklar, “İnsan iyi midir? Kötü müdür?” Bu, yeniden, kalabalıkların konuştuğu bir şüphe olacak,
“Yoksa insanlar kötü müdür?”
Bu, yıkıcı, acı verici bir şüphe. Sadece insanın içine ortak hayatla ilgili korku saldığı için değil, bu soruyu soran da insan olduğu için. Korku ve şüphe karşılıklı ilişkileri ve bireyi böyle çürütücü bir döngü ile yıkar ve sonunda kötülüğü ilk kez kimin başlattığı unutuluncaya kadar insanlık bu çukurda yuvarlanır durur. Daha kötüsü ise şu: “Yoksa insan kötü müdür?” şüphesi insanı iyi ve kötü arasında kısır bir ikiliğin içine sıkıştırır. İkilikten düşünce çıkmaz, hayal çıkmaz, hikâye çıkmaz. Hikâye ikiliğin ötesinde başlar.”
Ece Temelkuran’ın Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Devir, 2015
‘Ağrı’nın Derinliği, 2016
Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita, 2016
Bütün Kadınların Kafası Karışıktır, 2016
Dışarıdan / Kıyıdan Konuşmalar, 2016
Düğümlere Üfleyen Kadınlar, 2016
İçeriden / Kıyıdan Konuşmalar, 2016
İkinci Yarısı, 2016
Kayda Geçsin, 2016
Kıyı Kitabı, 2016
Muz Sesleri, 2016
Ne Anlatayım Ben Sana!, 2016
ECE TEMELKURAN, İzmirli ve 1973 doğumlu. 1993’ten başlayarak 20 yıl muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bütün Kadınların Kafası Karışıktır (1996), Oğlum Kızım Devletim-Evlerden Sokaklara Tutuklu Anneleri (1998), İç Kitabı (2002), Kıyı Kitabı (2002), İçeriden / Kıyıdan Konuşmalar (2004), Dışarıdan / Kıyıdan Konuşmalar (2004), Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita (2006), Ne Anlatayım Ben Sana! (2006), ‘Ağrı’nın Derinliği (2008), Muz Sesleri (2010), İkinci Yarısı (2011), Kayda Geçsin (2012), Düğümlere Üfleyen Kadınlar (2013), Devir (2015) adlı kitapları yazdı. 2010’da İngiltere’de Deep Mountain (‘Ağrı’nın Derinliği), 2011’de ABD’de Book of the Edge (Kıyı Kitabı) adlı kitapları yayımlandı. Muz Sesleri, beş dilde yayımlandı. Düğümlere Üfleyen Kadınlar, Almanya, Çin ve Fransa’dan sonra İngiltere’nin de aralarında bulunduğu 13 ülkede yayımlandı. Ve Çılgın ve Hüzünlü İngilizce ve Almancanın da aralarında olduğu beş dilde yayımlandı. Devir ise kasım ayında Amerika’dave Danimarka’da yayımlanacak. The Guardian, The New York Times, Franktfurter Allgemeine Zeitung, New Statesman, New Left Review, Le Monde Diplomatique, Berliner Zeitung gibi gazete ve dergilerde makaleler yazdı. 2007’de Saint Anthony’s College’ın akademik davetlisi olarak bir yıl Oxford’da bulundu. Uluslararası Af Örgütü ve Prens Claus Vakfı’nın davetlisi olarak Amsterdam’da 2013 yılı için “Özgürlük Konuşması”nı yaptı. Türkiye’yi anlattığı “Çılgın ve Hüzünlü” kitabı Almanca ve İngilizce olarak yayımlandı, çeşitli dillerde yayımlanmayı bekliyor. Beyrut, Tunus, Paris’te yaşadı. Şimdi zamanını İstanbul ve Zagreb arasında geçiriyor.
edebiyathaber.net (5 Ekim 2017)