Pazar , 26 Mart 2023

BİR FİLOSEFİLİN DÜNLÜĞÜ – SOKRATES

 

Gülbahar Kültür

Ah koca Sokrates Ah! Sora sora Bağdat bulunur derler ama sen gittin belanı buldun.

Oysa tek amacın mevlanı bulmak, daha doğrusu insanlara ona giden yolu göstermekti. Erdemli, bilge bir hayat sürmekti. ‚Sormak cevap vermekten daha zordur‘ diyen Eflatun ne derece haklı, bunu sorgulamak bize düşmez ama senden yüzlerce yıl sonra Horasanlı alim İmam-ı Gazali’ye sormuşlar; “Bilgide bu dereceye nasıl ulaştın?”diye. O da “Bilmediklerimi, çekinmeden sormakla” demiş. Aynı dönemde yaşamış olsaysınız kesin severdiniz birbirinizi. Seni tanıdıktan sonra insan ister istemez tüm çocukların birer Sokrates olarak doğduğunu düşünüyor, çünkü onlar da hep sorarlar. Hem de hiç çekinmeden, en doğal, en saf halleriyle. Henüz kafaları bulandırılmamıştır. Otokontrol, otosansür nedir bilmezler. Akıllarına nasıl eserse. Bir şey ilgilerini çekmeyegörsün, hangi konuda olursa olsun anında yapıştırırlar soruyu: neden? Mantıkla henüz pek fazla işleri olmasa da soruların kıymetini sanırım biz yetişkinlerden daha iyi biliyorlar.

Sen de hemşerin Thales gibi yazılı bir şey bırakmadın. İyi ki seni pürdikkat dinleyen sevenlerin varmış. Hakkında bildiklerimizi özellikle öğrencin Platon’a borçluyuz. Yoksa neleri bilmediğimizi nereden bilecektik? Dış dünyayı, evreni, doğayı araştırmadan önce kendimizi araştırmamız gerektiğini. Bildiğimizi sandığımız şeyleri sorgulamayı. Kendini bilmek demişsin. Hem bilgece hem de bilmece gibi bir söz. Her ne kadar düşünce tembellerinin çoğunlukta olduğu bir dünya da yaşıyor olsak da, hâlâ düşünenlerimiz var. Herkes kendi kapısının önünü süpürse şüphesiz dünya daha temiz olur. Doğruya doğru. Fakat ne çok kendini bilmez var bu dünyada, bir bilsen. Bir çoğu da kendini akıl küpü sanıyor, akıllara ziyan. Sen bile sabır taşı olsan çatlardın.

Senden önce doğayı, dünyayı, insanı araştıranlar tonlarca monolog içeren kitaplar yazmışlar. Romalı meslekdaşın Cicero’nun senin için ‚felsefeyi gökten yere indirdi‘ demiş. İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır misali diyalog diye tutturmuşsun. Konuşmak sormayı da içerdiğinden bol bol sormuşsun. Kim olursa olsun, hangi sınıftan olursa olsun, nerede olursa olsun zengin, fakir, genç, yaşlı, güzel, çirkin, zeki, aptal hiç ayırt etmeden yolda kimi görürsen gör onlarla sohbet edip sorularını sormuşsun. Bu yüzden uzaktan senin geldiğini görenler arasında yolunu değiştirenler olurmuş. Bazıları seni fanatik bir soru amiri gibi görse de, seni yakından tanıyanlar, seninle bolca vakit geçirenler başka konuşmuş. Sohbetini, sorularını sevenler de çokmuş. Hemen hemen her konuda rahat olduğun gibi giyimkuşam konusunda da rahatmışsın. Kim ne der kaygısı taşımadan aklına estiği gibi gibi giyinirmişsin. Bir nevi Salaş Style. Trendler gelir geçer. Bir de gözünün tok olduğu söylenir. Malk mülk hiç mi hiç umurunda değilmiş. Dünyanın senin ihtiyaç duymadığın bir sürü şeyle dolu olduğunu söyler, hatta bununla övünürmüşün. Eşin Ksanttipi ile bu konuda bir hayli didişmişiniz. Başka konularda da. Tarihin ağzı torba değilki büzesin. Gerçi özele kaçıyor, pek didiklememek lazım ama sen de kadını çileden çıkarmış, eve ekmek getireceğine felsefe diye diye başının etini yemişin. Ortada 3 velet var. Sen sabah akşam kahve köşelerinde, çarşıda pazarda iki lafın belini kırmakla meşgulken, evin her şeyiyle o ilgilenirmiş. Arada sigortalarının atması normal, ki sen de eşine hak verirmişin. Boş gezenin boş kalfası diye düşünenler olabilir ama hayatının yarısına kadar ekmeğini kelimenin tam anlamıyla taştan çıkarmış biri olduğunu dünya alem biliyor. Ama sevmemişsin işte baba mesleği olan heykeltraşlığı. Baba zoruyla ancak o kadar olmuş. Ömrünün ikinci yarısını insan ve evren üzerinde düşünmeye adamışsın, ki bu kararından ötürü hâlâ anılıyorsun.

Ama gel gör ki sözünü sakınmamış olman hayatına mal oldu. Çok düşünen, daha nasıl iyi, erdemli, özgür olabiliriz diye soran insanları iktidar sahipleri bugün de sevmez. Sen çıkıp onların gözlerinin içine baka baka ‚ paranın pulun, iktidarın hiç bir anlamı yok‘ diyebilmişsin. Böylelerinin ayağı ya kaydırılır ya da etkisiz hale getirilmeleri sağlanır. Sen de aslında biliyordun başına gelecekleri. Şaşırmadın ‚fikirleriyle gençlerimizi zehirliyor‘, ‚Kutsal değerlerimizi sorguluyor, ‚Tanrıları inkar ediyor‘ diye sana iftira attıklarında. 500 hakimin önünde mahkemeye çıkarıldığında yaptığın savunma hâlâ dillere destan. Beni çözmeniz imkansız demişsin ya, haklısın. Ölüm korkusunu bırak, neredeyse seni ölüme mahkum etsinler diye epey bir dil dökmüşsün. Ölüm fermanı sana vız gelip tırıs gitmiş. Kurtulabilmek için kimseden merhamet dilenmemişsin. Hapishanedeyken dostların kaçırmak istemiş seni. Kabul etmemişsin. Madem düşüncelerim ülkemin kanunlarına göre cezayı gerektiriyor, çekerim demişsin. Kanunların karşısında boynu kıldan ince olmak bu olsa gerek. Tutarlılık denen bir şey var. Hiç çekinmeden diklemişsin içinde zehir bulunan kaseyi. Anlayan oldu, olmadı ama bu seni hiç ilgilendirmemiş. Giderayak ölümüne üzülenleri teselli ettiğin söylenir. Dostlarına veda edişin bile günümüz diliyle müthiş cool olmuş: ‚Hadi herkes yoluna. Ben ölmeye gidiyorum. Siz ise yaşamaya. Hangimiz daha şanslıyız, orasını Tanrı Bilir. Respect!

Biz de kendimizce bir şeyler soruyoruz. Hatta konu ne kadar önemsizse o kadar çok soruyoruz. Icığını cıcığını çıkarıyoruz meselenin. Ama çok ileri gitmiyoruz. Fazla soru sorma, çok konuşma diyen bir felsefenin ürünüyüz. Neredeyse doğru soru sormanın yasaklandığı bir zamandayız. Sormadan, sorgulamadan var olmamız isteniyor. Çoğumuz da sormuyor zaten. Edebiyle susuyor. İşlerine gelince millete soralım diyor siyasetçiler. Milletten istediklerini alamadıklarında ‘bi daha soralım’ diyorlar. Sormak bu derece sorunlu. Oysa sormak ayıp değil, sormamak, bilmemek ayıptır babında çok özlü, süslü deyişlerimiz var. Nasıl daha iyi insan olabiliriz diye soranlarımızın sayısı düşük. Katliamlar, savaşlar sürüyor. Eskisinden çok daha şiddetli ve etkili bir şekilde. İki dünya savaşımız oldu. Yer yerinden oynamakla kalmadı, dünyanın yarısı yerle bir oldu. Milyonlarca insan öldü. Öldürüldü. Barıştan başka çözüm olmadığını anlayanlar kolları sıvadı ama barış için uğraşanların kafası bile bi dünya bu dünyada.

Olası yeni bir savaşı önlemek için daha etkili, tahrip gücü daha büyük bombalar yaptı bilim adamlarımız. Ne kadar korkunç silahlar icad edersek, barışa o kadar yakın oluruz mantığı ile çalıştılar. Hidrojen bombasının mucidi, babası da bunlardan biriydi. Yalınayak gezmeyi severmişsin ya, bu mantığı anlamaya çalışırken herhalde kendini çırılçıplak sokağa atardın.

Hayata bir yarışma gibi bakar olduk. Bilemediklerimiz için çok fazla kafa yormuyor, sıradaki soruyu alalım diyoruz. Oysa daha çok, daha derin sormalıyız. Sürekli yanlış yönlendirildiğimizden adres soramaz hale geldik.

Eskiden hal hatır sorardık. Onu bile bıraktık.

Sahi, nasılız? İyi miyiz?

About Gülbahar Kültür

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir