Pazar , 26 Mart 2023

ACI VE KATLİAMLARDAN UZAK BİR 2017 YILI MÜMKÜN MÜ?

Adil Yiğit

2016, Türkiye için acı ve katliamlarla anılan bir yıl olacak. Türkiye’de son bir yıl içinde kitlesel boyutta 18 katliam yaşandı.

Katliamlar sonrası toplumdaki genel algı, ülkenin gündeminin hemen her gün değişebileceğidir, öyle ki ertesi gün neler yaşanacağını kestirmenin bir yolu yoktur.
Yıllardır AB’ye üye olmak için çabalayan Türkiye, bugün geldiği noktada tipik bir Ortadoğu ülkesi gibi günden güne toplumsal olarak bir eksen kayması ile yüz yüzedir. Yaşananların sorumluları, “ileri demokrasi” nutuklari ile ülkeyi 14 yıldır yönetenlerdir.
BOMBALARIN ADRESİ AYNI
Suruç, Diyarbakır, Mersin, Adana ve Ankara’daki bombalı saldırılar ile İstanbul ve Kayseri’de son patlayan bombalar ve yaşanan toplumsal acılar, sonuçlarıyla da birbirine oldukça benzemektedir.
Ateş düştüğü yeri yakar misali, her katliam sonrası gazete ve TV’lerde feryat eden anaların resimleri öne çıkmaktadır. Havuz medyası olarak nitelenen hükümet yanlısı medyada bu türden haberler tek yanlı biçimde, “kana kan intikam” çığlıklarıyla verilerek toplumda çatışma ve düşmanlık körüklenmektedir. Kürt çevrelerinde de, henüz bu boyutlarda olmasa da ulusal duyguların bilerek kaşındığı görülmektedir.
Bir örnek vermek gerekirse, Beşiktaş’taki bombalı saldırı sonrası, Nurettin Demirtaş gibi tanınmış bir şahsiyetin “Ben de TAK’a katılabilirim” şeklindeki köşe yazısı birçok çevrede sessiz bir tepkiyle karşılanmıştır.
TOPLUMSAL YARALARIN SARILMASI KİTLELERİN İRADESİNE BAĞLIDIR
Ülkede uzun senelerdir yaşanan “kör döğüşü” ve sivillere yönelik katliamlarin önlenebilmesi “Vatan, millet, Sakaraya” edebiyatıyla “kurşun adres sormaz” anlayışının terk edilmesine doğrudan doğruya bağlıdır. Yani katliamlar ayrımsız bir şekilde lanetlenmedikçe, kanın kanla yıkanamayacağı kesin biçimde kavranmadıkça, toplumsal acıların durması da, yaraların sarılması da mümkün olmayacaktır. Mevcut kan tüccarlığı yapan hükümetler ancak ortak halk iradesi karşısında geri adım atacaktır.
Devlet eliyle olsun, Kürt örgütleri tarafından olsun, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın sivil halka yönelen her türlü şiddete hep birlikte karşı çıkmazsak, ileride bu günleri aratacak düzeyde, daha büyük boyutlu katliamlara hazır olmamız gerekir. Sivil halka yönelik katliamların tellallığına soyunan kim olursa olsun, demokratik güçler tarafından açık dille kınanmalıdır. Yoksa ülkede kan tüccarlığı yapan Ankara hükümetini ve Saray sultasını destekleyip pekiştirenlerle arada ne fark kalacaktır?
Unutmamak gerekir ki Diyarbakır ve Sur’da bodrum katlarında devletin karanlık çetelerince çoluk çocuk demeden katledilen onlarca Kürdün acısı ile İstanbul ve Kayseri’de TAK’ın bombalı saldırılarında can verenler ve yakınlarının acısı aynıdır.
YARINLARA MİRASIMIZ ÖLÜ ŞEHRİN ÇOCUKLARI MI OLACAK?
Kan ve gözyaşının dili aynıdır. Yarına miras olarak ölü şehrin çocuklarını bırakmak istemiyorsak, tamamen çekincesiz kardeşlik köprüleri oluşturmak için, nerede yaşıyor olursak olalım, kandan beslenen egemen güçlere karşı omuz omuza vermek zorundayız. Yoksa devran bu şekilde dönmeye devam edecektir.
Türkiye’de 12 Eylül’den bu yana dökülen kan, hiçbir ayrım yapılmadan lanetlenirse, toplumsal duyarlılığı geliştirmek, hatta Kolombiya’da olduğu gibi kalıcı bir barış için halklar arasında yakınlaşma sağlanabilir. Yoksa 40 yıldır dinmeyen gözyaşları akmaya devam edecek, yeni nesiller de aynı acıları yaşayacaktır.
SİLAH TEKELLERİNİN SATIŞLARINDA YÜZDE ÜÇ YÜZ ARTIŞ!
Tabii dökülen bunca kanın bir başka boyutu da, milyonlarca insanın yaşamına malolan, Ortadoğu coğrafyasını altüst eden öldürücü silahların, özellikle NATO üyesi ülkeler eliyle gayet rahat bir şekilde satılmasıdır. Demokrasi ve insan hakları konusunda Arap coğrafyasına ve Ortadoğu ülkelerine “öğüt veren” abi rolündeki ülkeleri, bu ölüm makinelerinin, kimyasal silahların, yüz binlerce insanın sakat kalmasına yol açan mayınların satışına karşı dururken hiç görmüyoruz nedense. Bu ülkelerin, başta Ortadoğu olmak üzere savaş bölgelerine yaptıkları silah satışlarını yüzde üç yüz artırmış olduğunu söylemek, duruma açıklık getirmek için yeterli olsa gerek.
Öte yandan, savaş bölgesindeki Türkiye ekonomik ve siyasal darboğazda kıvranırken, dolar ve avro karşısında TL değer kaybı yaşarken, meydanlardaki milliyetçilik şovlarında tamamen farklı bir Türkiye tablosu çizilmektedir. Özellikle son bombalı saldırıların ardından “halkın galeyana gelmesi” olarak basına yansıyan, ancak belli güç odakları eliyle tetiklenmiş ısmarlama hareketler olduğu açık olan olaylar, nedense Gezi’de gençler katledildiğinde yaşanmadı. Soma maden faciasında 301 işçi diri diri toprağa gömülürken de kimse galeyana kapılmadı. Halkın vicdanı o zaman hiç mi sızlamıyordu? Yoksa patlayan her bomba sonrası ırkçı sloganlarla sokakları işgal eden bu çetelerin şovlarını kim düzenlemektedir? Saray sultasından beslenen karanlık çeteler mi?
2017 İÇİN UMUTLARIMIZ
Özetle, sivil halka yönelik şiddetin her türlüsüne ayrımsız karşı çıkmak, ülkeyi batağa götüren “Başkanlık” sultasına hayır demek için halk iradesinin ortak gücüyle her türden provokasyona karşı koymak zorundayız. Bu umutla, 2017’nin, yine aynı acıların yaşanmadığı, barış ve kardeşlik dolu bir yıl olarak geçmesini diliyoruz.

 

About

Check Also

İğneyi kendimize… – Selahattin Demirtaş*

Selahattin Demirtaş, T24’e yazdığı “İğneyi kendimize” başlıklı yazısında “HDP’nin yaşadığı mağduriyetler, siyasi kararlar alırken duygusal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir